One of Hurricane Katrina’s Most Important Lessons Isn’t About Storm Preparations – It’s About Injustice
counterpunch.org/2025/08/22/on…

"In this 1939 map prepared for the Federal Home Loan Bank Board, redlining separated New Orleans into grades. Green is an A, or first grade; followed by blue, yellow and red, which is last as a D, or fourth grade. The Lower Ninth Ward is the red block

PCGamesN just posted:

Europa Universalis 5 borrows the best parts from Paradox's grand strategy giants

Europa Universalis 5 is real, and it’s arriving this November. Twelve years on from the launch of EU4, its sequel is finally coming over the horizon, and it’s taking some big steps forward for the series. It’s fair to say that Paradox Interactive has some of the grand strategy genre’s greatest champions under its belt, and it’s drawing on those to ...

pcgamesn.com/europa-universali…

#gamingNews

TURQUIE. Colère des Kurdes-alévis de Dersim face au projet de mosquée à Munzur
kurdistan-au-feminin.fr/2025/0…

"TURQUIE / KURDISTAN – De nombreuses organisations alévies ont condamné la décision des autorités turques d’ouvrir une mosquée près des sources sacrées de Munzur, dans la province kurde-alévie de Dersim. Dans un communiqué, elles ont déclaré que : « La paix ne peut être établie en attaquant nos

« Nous ne pouvons compter que sur nous-mêmes »
revue-ballast.fr/nous-ne-pouvo…

"« L'estive », sixième et dernier volet : s'organiser.
L’article « Nous ne pouvons compter que sur nous-mêmes » est apparu en premier sur BALLAST."

Post-Kemalizm'in hermeneutiği: Nemo sacer'den homo sacer'e bir hayaletin peşinde

Mert Tutucu

GİRİŞ

Kemalizm’den Post-Kemalizm’e geçiş süreci, bu süreçte Kemalizm’e yönelik eleştirilerin yöntemi, özellikle Türkiye sağ ideolojinin Mustafa Kemal’e karşıt figürler oluştururken yaşadığı çelişkiler çoğu zaman görmezden gelinmiştir. Söz konusu meselelerden hareketle bu yazıyı iki parça halinde tasarlamayı uygun buldum. İlk bölümde Post-Kemalizm’e geçiş sürecinin Türkiye sağının ideolojisini temsil eden dergilere nasıl yansıdığını ve bu süreçteki eleştirilerin yöntemini Giorgio Agamben’in Homo Sacer kavramından hareket ederek göstermeye çalışacağım. İkinci bölümde ise Mehmet Akif Ersoy’dan bir İslâmist yaratmaya çalışan sağ ideolojinin çelişkilerine ve Mustafa Kemal’in karşıt figürü olarak II. Abdülhamid imajı yaratmaya çalışan Necip Fazıl Kısakürek’in Ulu Hakan eserindeki boşluklara dikkat çekeceğim.

KEMALİZM: HOMO SACER’DEN NEMO SACER’E

Mustafa Kemal’e ve Kemalizm’e yönelik eleştiriler 1938’den 2000’lere kadar çeşitli değişimler geçirir. İlk eleştirilerde Mustafa Kemal, partiden ve Kemalizm’den ayrı tutularak eleştiriler CHP’ye, İsmet İnönü’ye hatta bazen Celal Bayar’a yöneltilir. Atatürk’ü Koruma Kanunu ile başlayıp 1990’lara kadar giden süreçte Mustafa Kemal’e direkt olarak eleştiride bulunulmaz. Bunun yerine Mustafa Kemal’in karşısına Kazım Karabekir, II. Abdülhamid gibi alternatif figürler çıkartılır. 1990’lardan itibaren ise eleştiriler artan bir şekilde Mustafa Kemal’in şahsiyetine yönelik bir hal almaya başlar.

2.1.Kemalizm’in Doğuşu

Türkiye Cumhuriyeti’nde Kemalizm tabirinin ve Kemalist ideolojinin ortaya çıkış sürecinde önem arz eden birkaç tarihten bahsedilebilir. Bunlar; 15-20 Ekim 1927, 15 Mayıs 1931, 9-16 Mayıs 1935 ve 5 Şubat 1937’dir.

[1]15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Büyük Kurultayı’nda Mustafa Kemal, Milli Mücadele dönemini değerlendirdiği Büyük Söylev’ini okurken aynı zamanda daha sonra sayısı altıya çıkacak olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin dört temel prensibinin altı çizilir. Kurultayda önemle üzerinde durulan 4 temel prensip Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik’tir.

[2]15 Mayıs 1931’de toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Üçüncü Büyük Kurultayı’nda Kemalizm’in prensiplerinin sayısı Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerinin katılmasıyla altıya yükselir. “Böylelikle CHP’nin sembolü haline gelen ve ‘Altı Ok’ ile simgelenen Kemalizm’in temel ilkeleri, bu kurultayda bir bütün olarak parti programındaki yerini almıştır.”[3] Kemalizm’in altı ilkesinin belirlenmesinden sonra özellikle Ülkü ve Kadro dergileri Kemalizm üzerine yorumlar üretmeye başlar. Ülkü dergisi resmî söylemin temsilciliğini üstlenirken Kadro dergisi sol bir Kemalizm yorumu geliştirmeye çalışır.

[4]9-16 Mayıs 1935 tarihleri arasında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Dördüncü Büyük Kurultayı’nda “Kemalizm” ilk defa parti programında kendisine yer bulur. Bu altı ilkenin partinin esasını oluşturduğu şu şekilde ifade edilir: “Yalnız birkaç sene için değil, istikbale de şâmil olan tasavvurlarımızın ana hatları burada toplu bir halde yazılmıştır. Partiye esas olan bütün bu prensipler (Kamâlizm) yoludur.”[5] Ayrıca parti programının üçüncü maddesinde anılan ilkelerin öz-Türkçe karşılıklarının kullanılması da önemlidir: “Devletin esas kuramı: Türkiye; Ulusçu, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimci bir Cumhuriyettir. (...)”

[6]Kemalizm’in altı ilkesinin parti programına girmesinden iki sene sonra 5 Şubat 1937’de İsmet İnönü’nün öncülüğünü yaptığı bir önerge ile birlikte Kemalizm anayasanın ikinci maddesinde de yer almaya başlar. Böylece hem Kemalist ideoloji devlet tarafından koruma altına alınır hem de devletin tüm aygıtları Kemalist ideolojinin emrine verilir. Bu durum parti-devlet anlayışının son aşaması olarak da değerlendirilebilir.

[7]Foto: Hüseyin Türk

Kısacası 1927’den 1937’ye kadar olan 10 yıllık süreçte önce reformlara yön veren prensipler belirlenerek Kemalist ideolojinin altyapısı oluşturulmuş, daha sonra yeni gelişen şartlara karşı uygulanan politikaların prensipleri ilk belirlenen ilkelere eklenmiş, böylece Kemalist ideolojinin etki sahasının sınırları çizilmiştir. Sayılan ilkelerin parti programına girmesiyle CHP o güne kadar yoksun olduğu ideolojik zemine oturtulmuş ve son olarak Kemalist ilkelerin anayasada yer almasıyla parti-devlet bütünleşmesi sağlanmıştır.

2.2.Mustafa Kemal’siz Bir Kemalizm Eleştirisi: Nemo Sacer

CHP’ye ve partinin dayandığı ideoloji olan Kemalizm’e yönelik eleştiriler Mustafa Kemal’in 1938’deki ölümünden sonra İsmet İnönü’nün hem partinin başına hem de cumhurbaşkanlığı makamına gelmesiyle birlikte artar. 1948’den itibaren ise zaman zaman Celal Bayar ve Demokrat Parti’nin Kemalist ideolojiyle uzlaşma eğiliminde olan mensupları da eleştirilerden nasibini alır. Görünürde CHP’ye ve Kemalizm’e yönelik yapılan bu eleştirilerde Mustafa Kemal partiden ve Kemalist ideolojiden ayrı tutulur. Bu bakımdan parti ve İnönü eleştiriler için kullanışlı bir figüre dönüşürler. Ben bu dönemi Agamben’in Homo Sacer kavramından yola çıkarak türettiğim Nemo Sacer kavramıyla adlandırmayı uygun buluyorum. Latince nemo (hiç kimse) ve sacer (kutsal) sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan bu kavram Türkçe’ye kutsal hiç kimse olarak tercüme edilebilir.

Nemo Sacer sürekli kendisine göndermede bulunulan fakat asla o anda ve orada olmayan/olamayan şeydir. “Hiç kimse”dir çünkü var olması, görünür hale gelmesi engellenmiştir. Kutsaldır çünkü koruma altına alınmıştır. Aynı zamanda kutsallığın en saf halidir çünkü bir isme sahip değildir. Kutsal sıfatından önce bir isme sahip olsaydı kutsallıktan ayrı bir öze daha sahip olduğunu söyleyebilirdik. Kutsaldan başka hiçbir tanımı olmayan şey kutsalın kendisinden başka bir şey değildir. Böyle bir durumda kutsaldan ayrı bir şey olmayan şey kutsallıktan ayrı bir özün taşıyıcısı da değildir. Metafiziksel bir atıfla anlatmak gerekirse Nemo Sacer, üçe bölünmüş İsa figürünün tam tersidir. Meryem’in rahmine düşmesine izin verilmeyen ve koruma altına alınan, bu yüzden de asla insanlığın günahları için haça gerilemeyecek olan, yani her türlü cezadan korunan şey Nemo Sacer’dir. Agamben’in Homo Sacer kavramı da kurban ritüeliyle ilişkili olarak kullanıldığı için Nemo Sacer’i de bu bağlamda değerlendirebiliriz: Nemo Sacer, İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme hikâyesindeki kurban İsmail’dir. İbrahim’in oğlu olan İsmail hikâye boyunca görünürdür. O ânda ve oradadır. Kurban İsmail’in ise var olması ve görünür hale gelmesi engellenmiştir. Sürekli kendisine göndermede bulunulmasına rağmen (İbrahim’in rüyasından, kurban edileceği bıçağa, Tanrı tarafından gönderilen koça kadar) o anda ve orada değildir. Çünkü eğer o anda ve orada bulunursa yani bir kez üzerinden koruma kalkar veya görünür hale gelmesine izin verilirse kurban edilmesi gerekir. Aynı, İsa’nın haça gerilmesi gibi. Bu bakımdan Kurban İsmail’e en açık göndermede bulunan koçun Tanrı tarafından gönderilmesi ile hem koruma en üst seviyeye ulaşır hem de Kurban İsmail’in Nemo Sacer oluşunun altı kalın bir şekilde çizilir. Peki, buraya kadarki bütün bu anlatı CHP’ye veya İnönü’ye yönelik ilk dönem eleştirilerine ve Mustafa Kemal’in bu eleştirilerdeki yerine nasıl uyarlanabilir?

1938’den itibaren CHP’ye ve İnönü’ye karşı eleştirilerin arttığını fakat bu eleştirilerde Mustafa Kemal’in partiden ve ideolojiden ayrı tutulduğunu söylemiştik. Bunun en iyi örnekleri 17 Eylül 1943’te yayım hayatına başlayan, hem yöneticiliğini hem de başyazarlığını Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı Büyük Doğu dergisinde görülebilir. 9 Kasım 1945 tarihli Büyük Doğu dergisinin kapağında içki şişeleri, Batı resim sanatından örnekler, Batı taklitçiliğini simgeleyen bir maymun resmi, futbol ve kadın resimleri içeren bir kolaj vardır. Kapaktaki yazı bu kolajı göstererek “Genç Adam! Ruhuna bu unsurlardan başka ne verilebildi?”[8] diye sorar. Kemalist inkılaplar ve Batılılaşma hamleleri bu şekilde eleştirilir. Yine Büyük Doğu dergisinin 18 Ocak 1946 tarihli sayısının kapağında kadın giyim tarzından çeşitli örnekler sunularak “Bugün kılıkta bile bir kök ve şahsiyet sahibi değiliz” şeklinde bir değerlendirme yapılır. Aynı derginin 31 Mayıs 1946 tarihli sayısının kapağında 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı etkinliklerine katılan kız öğrenciler gösterilerek “Bunlar Mektep ve Aile Kızlarımızdır” yorumu yapılır. Aynı kapakta bu konuyla ilgili şu ifadelere yer verilir:

Hayır, Bu Manzara Avrupada Yoktur!! Bu manzara yalnız (Foliberjer)de veya (Holivut) gösterilerinde vardır!.. Avrupada kız talebe, bacaklarını yakan ve ısıran keçe gibi kalın simsiyah çoraplar giyer; ve çenesinden topuğuna kadar hicap ifade eder.

27 Ocak 1950 tarihli Büyük Doğu kapağında ise fareye saldırmaya hazırlanan bir kedi resmi kullanılır: “CHP Türk Milletini Böyle Görüyor!”

Mustafa Kemal, parti ve Kemalizm’den o kadar ayrı tutulur ki kimi zaman Kemalizm’in ilkelerine karşı Mustafa Kemal’in kendisinden destek bulmaya çalışılır. Bunun en iyi örneği Sebilürreşad dergisinin Mayıs 1949 tarihli kapağıdır. Kapakta Millet Meclisi’nin dualarla açıldığı bir fotoğrafa yer verilerek Celal Bayar’ın sözleri eleştirilir:

Milli Mücadele böyle başladı. Atatürk Allaha böyle yalvardı. Ulema bu dâvaya canla, başla böyle hizmet etti. Millet zaferi bu imanla kazandı, İstiklâl ve inkılâbın temelleri din ve imandır. Millet imanında sadıktır. O zamanın Galip Hocası Celâl Bayar, şimdi din ve şeriat düşmanı Gladiston mu oldu? “Türkiyede İslâm şeriatını yaşatmayacağız” Müslüman Türk Milletinin mukaddesatına hakaret eden bir adam Türk milletinin lideri olamaz.

Aynı dergi Eylül 1950 tarihli sayısının kapağında Milli Şef sıfatına sahip olan İnönü üzerinden Kemalizm’i eleştirir fakat yine Mustafa Kemal’e doğrudan bir atıf yapmaktan kaçınılır:

Azgın delâlet devirleri bir daha hortlayamaz. Halk ister başı açık gezer, ister bere giyebilir. Tarihî, gayrı tarihî şefler, mefler, mukaddes şahıslar, h[u]rafeler, efsaneler yıkıldı. Nurcuların Demokrat kardeşlere tavsiyesi Komünistlikle mücadel[e]de irşad yolu.

Tüm eleştirilerde Mustafa Kemal’in üzerindeki dokunulmazlık halesi varlığını sürdürmüştür. 14 Mayıs 1950 seçiminde Demokrat Parti’nin %55 oy alarak iktidara gelmesiyle birlikte Kemalizm’e karşı muhalefet güç kazanmıştır. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi bir nevi Mustafa Kemal’i koruyan fanusun camını çatlatmıştır. Kemalist ideoloji tarafından dışlandığını düşünen (ki bu düşünce gayet olağan ve haklıdır) gruplar CHP’nin iktidardan düşmesini bir rövanş fırsatı olarak görmüşlerdir. Böylece Mustafa Kemal’in Nemo Sacer’den Homo Sacer’e geçme tehlikesi ortaya çıkmıştır.[9] Durumun tehlikeli boyutunu kavrayan Demokrat Parti iktidarı 31 Temmuz 1951’de yürürlüğe giren 5816 numaralı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkartmak zorunda kalmıştır. Böylece Kemalizm ve Mustafa Kemal için 1950’lerden 1990’lara kadar sürecek olan bir ara evre, Hominem Sacer evresi başlamış olur.

2.3.Kemalist Dönemden Post-Kemalist Döneme Geçişte Bir Ara Evre: Hominem Sacer

Latince hominem (adam) ve sacer (kutsal) kelimelerinin birleşmesi yoluyla oluşturulan bu kavram “Kutsal Adam” olarak ifade edilebilir. Hominem Sacer görünür hale gelmesine izin verilen, görünür hale geldiği için kendi kutsallığı tarafından korunamayan, bu yüzden de üst bir yapı tarafından korunmaya muhtaç olan şey’dir. Kutsal Ruh’un (Nemo Sacer) kendi kutsiyetinden başka bir şey olmayan özü artık bölünmüştür. Nemo Sacer’den farklı olarak bir isme ve bir bedene sahip olan Hominem Sacer (artık hiç kimse değil bir adamdır) kendisinden üstün olan bir güç tarafından korunmak zorunda kalır. Yine metafiziksel bir atıfla açıklamak gerekirse; Kutsal Ruh olarak tanımlanan İsa, Meryem’in rahmine düştüğü, yani görünür olmasına izin verildiği anda Baba’nın korumasına muhtaç hale gelir. Lacan’ın Baba’yı aynı zamanda yasa olarak görmesi de bu kavramın Kemalizm ve Mustafa Kemal bağlamında değerlendirilmesinde oldukça yardımcı olacaktır. Nasıl ki ete kemiğe bürünen Hominem Sacer İsa, Baba tarafından korunuyorsa, Hominem Sacer evresindeki Mustafa Kemal de Baba metaforunun simgelediği yasa yoluyla yani Atatürk’ü Koruma Kanunu tarafından korunup kollanır.

Bu ara dönemde Kemalist eleştirilerin temelini contra-figuration (karşıt figürasyon) çalışmaları oluşturur. Atatürk’ü Koruma Kanunu ile eleştiri hakkı elinden alınan kesimlerin memnuniyetsizliği ve belki de bir noktada hıncı, bu kesimleri Mustafa Kemal’in karşısına tarihten figürler çıkarma veya Kemalizm’in alternatifi olarak yeni ideolojik söylemler geliştirme yoluna iter. Bu maksatla II. Abdülhamid’e karşı yoğun bir ilgi gösterilir. Öyle ki 1909’da tahttan indirilen devrik sultan yeniden keşfedilir. Başyazarlığını ve imtiyaz sahipliğini Kadir Mısıroğlu’nun yaptığı Sebil dergisi 27 Ağustos 1978 tarihli kapağıyla Sultan Abdülhamid Haftası icat eder: “Sultan Abdülhamid Haftası 1876-1976.” 10 Şubat 1978 tarihli kapağında ise II. Abdülhamid’in resmine şu ifadelerle yer verir: “Ölümünün 60’ıncı Sene-i Devriyesinde Seni Rahmetle Anıyoruz.”

Mustafa Kemal ve Kemalizm eleştirisi için Kazım Karabekir suskunluktan kurtarılır. Kazım Karabekir’in bastırılan sesi söz konusu kesimlerin yayınlarında, yazılarında yer bulmaya başlar. Mehmet Akif Ersoy ön plana çıkartılır. Hilal dergisi Ocak 1960’ta Mehmet Akif Ersoy’u; Sebil dergisi ise 2 Ocak 1976 tarihli sayısında Kazım Karabekir’i kapağına taşır. Necip Fazıl Kısakürek bu dönemde de önemli bir yere sahiptir. Hem Ulu Hakan, Son Devrin Din Mazlumları gibi eserleriyle karşıt figür oluşturma çalışmalarına katkıda bulunur, hem de İdeolocya Örgüsü gibi eserleri ve şiirleriyle Kemalizm’e alternatif bir ideolojik söylem yaratmaya çalışır. Yazının ikinci bölümünde Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy isimleri üzerinde duracağım için şimdilik bu örnekler yeterlidir.

Kısacası bu dönemde Kemalizm’i eleştiren kesimler kendi Hominem Sacer’lerini yaratmaya çalışmışlardır. Bu yaratım süreci yazının ikinci bölümünde de gösterileceği gibi birçok çelişkiyi içinde barındırır. Bu kesimlerin kaçırdığı nokta yaratılan Mustafa Kemal imajının çağının geist’ini taşımasıdır. Mustafa Kemal isminin simgelediği mitik imaj bu geist çerçevesinde, tam da orada ve o anda oluşturulmuştur. II. Abdülhamid, Kazım Karabekir gibi isimlerden bir Hominem Sacer yaratma çalışması ise tarih sayfalarına bakıp, nostaljik tahayyüller üretme çabasından ileri gidemez. Çünkü karşıt figürasyon hamlesinde bulunan kesim seçtikleri figürlerin içinde bulunduğu çağın geist’ine aşina değildir. Diğer bir önemli nokta da bu kesimlerin yarattıkları Hominem Sacer’lerin bir Baba’nın/yasanın korumasından mahrum olmalarıdır. Bu kesimler iktidarda olsalar bile devlet aygıtlarına bu dönemde hâkim değildirler. Söz konusu durum 1990’lardan itibaren, özellikle de 2002’den sonra, değişmeye başlamış, Post-Kemalizm olarak adlandırılan süreçte Mustafa Kemal Homo Sacer’e dönüşürken diğer figürler Baba/yasa tarafından korunan oğullar olmaya hak kazanmışlardır.

2.4.Post-Kemalizm’in Yükselişi: Homo Sacer

Giorgio Agamben Kutsal İnsan adlı eserinde Homo Sacer’i Festus’tan alıntı yaparak şu şekilde tarif eder: “Kutsal insan, bir suçtan dolayı halk tarafından yargılanan kişidir. Bu kişinin kurban edilmesine izin verilmez. Fakat bu kişiyi öldüren birisi cinayet işlemiş sayılmaz.”[10] Bu kavram ilk olarak Roma ceza hukukunda kullanılmıştır. Kutsal olanın kurban edilememesi ama aynı zamanda öldürülmesinin suç olmaması bu şeyin kutsallığını muğlaklaştırır. Aslında bu durum sacer’in yani kutsalın çift anlamlı doğasından gelir. Sacer hem kirletmeksizin hem de kirlenmeksizin dokunulamayacak olan şeyi ifade eder. Bu yüzden sacer hem kutsal hem de lanetlidir.[11] “(...) [H]omo sacer, toplumdan dışlanmış, yasaklı bir adamdır, tabudur, tehlikelidir... (...)”[12] Homo Sacer her türlü haktan yoksundur. Herhangi bir yasanın koruması altında değildir. Önceki bölümlerde yaptığımız gibi metafiziksel bir atıfla açıklarsak Homo Sacer, İsa’nın haça gerildiğinde söylediği şu sözlerde karşılığını bulur: “Elohi, elohi, lema sabaktani (Tanrım, Tanrım beni neden terk ettin?)”[13] Üzerindeki korumanın kalktığını düşünen Homo Sacer İsa, Tanrı’ya şaşkınlıkla ve sitemle böyle seslenir.

Kemalizm hakkındaki eleştiriler 1990’lardan itibaren artan bir şekilde Mustafa Kemal’in şahsına yöneltilmeye başlar. Mustafa Kemal’in kutsallığı aynı Homo Sacer’deki gibi muğlak bir hal almaya başlamıştır. Mustafa Kemal direkt olarak kurban edilemez çünkü sağ kesim için hilafeti kaldırması gibi sebeplerle; sol kesim için ise Mustafa Suphi cinayeti gibi olaylara olan dahliyle kirlenmiştir. Mustafa Kemal kurban edilemez belki fakat öldürülmesi de suç sayılmaz. Bu durumda Homo Sacer’e dönüşen Mustafa Kemal sürekli olarak saldırılara açık hale gelir. Onun şahsiyetine yapılan saldırılar artık mazur görülecektir.

İslâmist çizgideki Yörünge dergisinin 3-10 Kasım 1990 tarihli sayısı “Atatürk Öldü! 10 Kasım tartışılıyor. ‘Gülelim mi, ağlayalım mı?’” kapağıyla çıkar. Aynı derginin “Resmi Tarih’e Son Darbe Ceylan’dan” başlığıyla çıkan 23-29 Nisan 1995 tarihli sayısının kapağında şu ifadeler yer alır: “Atatürk’ü Samsun’a Sultan Vahdeddin Gönderdi”, “Vahdeddin Atatürk’e 800 bin reşat altını verdi”, “Atatürk padişah fermanıyla geniş yetkilerle donatıldı”, “Bandırma ‘Taka’ değil dev bir vapurdu”. Yörünge’nin 2-8 Temmuz 1995 tarihli sayısının kapağında ise direkt olarak Mustafa Kemal’in resmi yer almakta ve resmin üzerinde şu satırlara yer verilmektedir: “Alman yazarlardan Jürgen Holtorf ve Karl-Heinz Lock’a göre adı masonlar listesinde geçiyor”, “Atatürk Mason muydu?”. 10-16 Ağustos 1997 tarihli 339. sayısında Yörünge Mustafa Kemal’e Mustafa Kemal’in ağzından saldırır: “Atatürk diyor ki: Lâyıkız dedik, dinle ilişiğimizi devlet olarak kestik. ‘Cumhuriyet’ dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık.”

1994’te yayımlanmaya başlanan ve 35 sayı çıkan, Necip Fazıl Kısakürek ile Salih Mirzabeyoğlu’nun düşüncelerinin ve İBDA-C adlı örgütün temsilcisi olan Haftalık Taraf dergisi 14-20 Ekim 1994 tarihli sayısını “Ne Ölüler Vardır Gebertilecek” manşetiyle çıkarır. Bu manşetin üzerinde Mustafa Kemal ile Turgut Özal’ın fotoğrafları yer alır. Bu iki isim “Terörist Batı Sömürgeciliği” olarak tanımladıkları yapının ajanı olarak gösterilir. Aynı düşünce çerçevesinde 2007’den itibaren yayımlanmaya başlayan ve halen yayın hayatını sürdüren Baran dergisinin 29 Aralık 2011 tarihli sayısı “Dersim Katliamı’nın Baş Sorumlusu: Mustafa Kemal Atatürk” kapağıyla çıkar.

İmza dergisi ise 41. sayısında Mustafa Kemal’in kara tahta önündeki fotoğrafına yer vererek “Müslümanlar İçin Alfabe Oyunu Yine Gündemde” başlığını atar. 2002-2016 tarihleri arasında yayımlanan Vuslat dergisi Aralık 2015 tarihli 174. sayısında İskilipli Atıf Hoca’yı kapağına taşır. “Zalimler İçin Yaşasın Cehennem!” başlığı ile çıkan bu sayının kapağında Mustafa Kemal’in ve İskilipli Atıf Hoca’nın fotoğrafına yer verilir.

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi post-Kemalist dönem, entelektüel eleştiriler bir tarafa bırakılırsa, Mustafa Kemal’in hedef tahtasına oturtulmasına ve bir saldırı nesnesi haline getirilmesine sebep olmuştur. Homo Sacer’in bir örneği olarak Mustafa Kemal’in şahsiyeti her türlü saldırıya açık hale gelmiştir. Öyle ki kimi gazetecilerin Mustafa Kemal’i “diktatör” olarak nitelemeleri, sosyal medyada Mustafa Kemal’i tanımlamak için Ataput gibi ifadelerin kullanılması da buna dâhildir. Tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal ve Kemalizm hâlâ Türkiye siyasetinde etkisini sürdürmektedir. Öyle ki İlker Aytürk yeni dönem için Post-Post Kemalizm gibi yeni bir tabir kullanmaya gerek duymuştur. Peki Kemalizm’i ve Türkiye siyaseti bağlamında bu kadar hâkim kılan veya onun eskimesini engelleyen nedir?

2.5.Post-Post Kemalizm ya da Kemalizm’in Hayaletimsiliği: Türkiye’de Bir Hayalet Dolaşıyor, Kemalizm Hayaleti

Hayaletimsilik kavramı Jacques Derrida’nın Marx üzerine yorumlarında önemli yer tutar. Marx’ın Hayaletleri adlı eserinde Jacques Derrida, Marx’ın fikirlerinin gücünün hayaletimsilikten geldiğini göstermek için dünya siyasetine egemen olan dikotomiyi yapıbozuma uğratır. 1990’larda SSCB’nin yıkılmasıyla liberal ideolojinin komünizmi yendiği varsayılmış, bu görüşün temsilcilerinden Francis Fukuyama Tarihin Sonu adlı bir eser dahi yazmıştır. Derrida ise bu basit galip-mağlup karşıtlığını kabul etmez. Liberal ideolojinin komünizmin öldüğünü ilan etmesi aynı zamanda bu ideolojinin mevcudiyetinin tekinsizliğini de gözler önüne serer. Derrida bu durumu şu şekilde ifade eder:

(...) [D]ünyanın her yanında, komünizm hayaleti nedeniyle içlerine sıkıntı dolanların sayısı öyle çok ki, bunun (...) ömrünü doldurduğu ileri sürülen bir hayaletten başka bir şey olmadığına öylesine eminler ki. Hayaletten başka bir şey değil ki, diyor herkes, yanılsama, fantazma ya da hortlak yalnızca (...).

[14]Oysa ölenin geri dönmesi her zaman ihtimal dâhilindedir. Hayalet her zaman gelecekte gelme imkânını içinde taşır. Bu durum galip tarafın mevcudiyetini tekinsizleştirir. Bu tekinsizlik hali birincil konumda olanın ikincil konumdakini belirlemesine sebep olur. Oysa karşıdakini belirlemek kendini belirlemekten başka bir şey değildir:

“Birincinin ikinci tarafından belirlenmesi, Derrida’nın Platon eleştirisinde de belirttiği gibi (...), kendini de belirlemek anlamına geldiğinden; liberal demokrasi (birinci), komünizmi (öteki ya da ikinci) belirlerken; aslında kendisini de belirlemekte ve amansız bir indirgemeye mahkûm etmektedir.”

[15]1990’lardan itibaren post-Kemalizm ile birlikte gerçekleşen durum da bundan farklı değildir. İslâmist ideoloji iktidardaki yerini sağlamlaştırdıkça ve devlet aygıtlarına egemen olarak bunları kendi düşüncesi çerçevesinde şekillendirdikçe Kemalist vesayet olarak adlandırılan yapıyı yenilgiye uğrattığını düşünür. Galip olan kesim mağlup olan Kemalist vesayetin öldüğünü ilan eder. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi bu ölüm galip olanların mevcudiyetini sağlamlaştırmaz aksine bu mevcudiyeti tekinsizleştirir. Ölenin her zaman bir hortlak veya hayalet olarak geri gelme ihtimali, galip olanı endişeye sürükler. Cem Küçük’ün 14 Kasım 2018’de Türkiye Gazetesi’nde yayımlanan “Kemalist Vesayet Hortlarken” başlıklı yazısı da bunun en güzel örneğidir. Kemalizm’in gelecekte gelebilecek olması sürekli bir tekinsizlik halini de beraberinde getirir. Yazıda Kemalizm hayaleti şöyle ifade edilir: “ Kemalist vesayet hortlamaya çalışıyor. Yıllarca Atatürk’ün arkasına saklanıp bu millete hakaret edenler artık bunu yapamayacaklar. 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat’lar artık tarih oldu. Bunu kafanıza sokun. (...)”[16] Liberal düşüncenin komünizm karşısındaki konumu gibi İslâmist ideoloji de Kemalizm’i bir hayalet, bir hortlak, bir fantazya olarak göstermeye çalışır. Karşısındakini belirlemeye yönelik bu çabanın sonucu belirleyenin de belirlenene indirgenmesidir. Öyleyse diyebiliriz ki Kemalizm “vesayet” kavramıyla belirlenirken, İslâmist ideoloji de kendisini vesayete indirger. Bunun en belirgin örneği Kemalizm’i her şartta eleştiren, tek-adamcılık ve vesayetçilik ile suçlayan kesimlerin partili cumhurbaşkanlığını savunurken Mustafa Kemal’i örnek göstermeleridir. Birincil konumda olan ikincil konumda olanı gelecekte gelebilecek olanın endişesi içinde ve hayaletimsiliğin etkisi altında tanımlamaya çalışır. Her tanım bir indirgeme olduğuna göre birincil konumdaki kendisini de yaptığı tanıma indirger. Verilen örnekte de görüldüğü vesayetçilik tanımı yeniden üretilir ve varlığını devam ettirir. Bu bakımdan hayalet her zaman orada olmadan olandır. Kemalizm’in bu hayaletimsiliği Post-Post Kemalizm ile birlikte yeniden değerlendirilmelidir.

III. POST-POST KEMALİZM’E BİR KATKI/İSLÂMİST İDEOLOJİNİN ÇELİŞKİLERİ: MEHMET AKİF ERSOY-NECİP FAZIL KISAKÜREK

Post-Kemalist dönemde İslâmistler pragmatik bir anlayışla hem Mehmet Akif Ersoy’u hem de Necip Fazıl Kısakürek’i birer fikir önderi olarak kabul etme eğilimindedirler. Hatta II. Abdülhamid’e de büyük bir değer atfederek onu anlamadan hiçbir şeyin anlaşılamayacağını savunmaktadırlar. Erol Göka Yeni Şafak gazetesindeki 25 Aralık 2016 tarihli yazısında şöyle yazar:

Osmanlı İslâmcılığının en önemli temsilcisi, prototipi Mehmet Akif’tir. Cumhuriyet İslâmcılığının öncüsü, kurucusu, temel tezlerini, yöntemlerini, üslubunu veren bariz karakteri Necip Fazıl’dır diyor Yıldırım. (...) En iyisi de kahir ekseriyetimiz, hem Mehmet Akif’i hem Necip Fazıl’ı seviyor, büyük beraberliği sağlayacak kuşatıcı düşünceyi arıyoruz…

[17]Oysa Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek böyle toptan bir kabulü mümkün kılamayacak kadar birbirlerinden farklıdırlar. Çağının geist’ini taşımayan bu yaklaşımlar içlerindeki çelişkiler sebebiyle kendi Hominem Sacer’lerini yaratamamışlardır.

3.1.Mehmet Akif Ersoy’dan Bir İslâmist Çıkar mı?

Mehmet Akif Ersoy’un İslâmizm tarafından öne çıkarılmasının en önemli sebebi ümmetçi düşüncelere sahip olmasıdır. Aynı çevreler aynı sebeple II. Abdülhamid’e de büyük ilgi göstermektedirler. Fakat contra-figuration aşamasında Kemalizm karşıtı bir figür olarak kurgulanmak istenen şairin buna şiirleriyle nasıl direndiğini görmemek için en iyi ihtimalle dikkatsiz bir okuyucu olmak gerekir.

Ümmetçi bir anlayışa sahip olduğu söylenen Mehmet Akif Ersoy ümmetçi politikalar güttüğü söylenen döneminin sultanı II. Abdülhamid’e muhalif bir isimdir. Öyle ki II. Abdülhamid hakkında yazdığı dizeleri sol ideolojiye mensup bir başka kişi yazsaydı en ağır hakaretlere maruz kalacağı bir gerçektir. Şair, “Asım” isimli uzun şiirinde Abdülhamid’den şöyle bahseder:

Ortalık şöyle fena, böyle müzebzep işler;/Ah o Yıldız’ daki Baykuş ölüvermezse eğer,/Akıbet çok kötü (...)”

[18]Şiirin devamında II. Abdülhamid’i korkak bir sultan olarak sunar:

“Çoktan beridir vardı benim bir derdim;/Gideyim, Zalim’i ikaz edeyim, isterdim./O, bizim cami uzaktır, gelemez, mani’ ne?/Giderim ben, diyerek, vardım onun camiine./Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,/Âl-i Osman’dan edilmezdi bu korkaklık ümid./Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;/.../ Dedim ki: Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?/Biraz da meydana çıksan da hasbihal etsek./Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören; ne eden;/Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden./Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;/Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın./Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak!

[19]“İstibdat” adlı şiirinde ise II. Abdülhamid’i iblise rahmet okutan bir insan olarak çizer:

“Sema-peymâ iken rayatamız tuttun zelil ettin;/Mefahir bekliyen abadan evlâdı hacîl ettin;/.../Hamiyyet gamz eden bir pak alın her kimde gördünse,/Bu bir cani! dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse./Müvekkel eyleyip casusu her vicdana, her hisse,/Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se ... /Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e!

[20]Mehmet Akif Ersoy’la ilgili önemli bir diğer nokta düşünce dünyasının oluşmasındaki Cemaleddin Afganî ve Muhammed Abduh etkisidir. Bu etki genellikle İslâmist kesim tarafından görmezden gelinir. Çünkü bu kesimin çoğuna göre Cemaleddin Afganî ve Muhammed Abduh İngiliz ajanı, mason ve reformizm adı altında İslâm düşmanlığı yapan iki isimdir. Cemaleddin Afganî’nin de II. Abdülhamid’e muhalif olduğu unutulmamalıdır. Mehmet Akif Ersoy bu iki isme o kadar değer verir ki “Asım” adlı şiirinde şöyle yazar:

Mısır’ın en muhteşem Üstâdı Muhammed Abdu,/Konuşurken neye dairse Cemaleddin’le;/Der ki tilmizine Afganlı: «Muhammed, dinle!/İnkılab istiyorum, başka değil, hem çabucak./.../Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Asım!/Anlıyorsun ya, zarar yok, daha iyi anlaşalım:/İnkılab istiyorum ben de, fakat, Abdu gibi...

[21]İslâmist kesimin Mehmet Akif Ersoy ile birlikte fikir önderi olarak kabul ettiği Necip Fazıl Kısakürek İbni Teymiyye’yi değerlendirdiği bir yazısında Afganî ve Abduh ile ilgili şöyle yazar:

Sekizinci Hicrî asrın bu kuru kafası [İbni Teymiyye], kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan bir asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Afganlı Cemaleddin’e (Cemaleddin-i Afganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâm’ı yıkılmak üzere bir bina farz edip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki reformculara doğrudan doğruya veya dolayısıyla dayanak olmuştur.

[22]Mehmet Akif Ersoy üzerindeki Afganî ve Abduh etkisinin başka bir getirisi de Kur’an ve sünnete dayanan bir İslâm anlayışını öne çıkartmak ve tasavvufa mesafeli durmaktır: “Verdiler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı.”[23] Ayrıca Akif yine bu etki çerçevesinde dile getirdiği kimi dizelerinde Ortodoks İslâm anlayışının sınırlarını zorlar:

Kadermiş! Öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru;/ Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu./Taleb nasılsa, tabi’i, netice öyle çıkar,/Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?/Çalış! dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,/Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!/Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,/Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

[24]Diğer taraftan Necip Fazıl Kısakürek Tasavvuf Bahçeleri adlı eserini şöyle takdim eder:

İrşad edicim, kurtarıcım ve efendim Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ne ait dışından öğretici mahiyette bu son asrın en büyük din eserini, en titiz sadakat, en derin dikkat ve en keskin haşyetle sadeleştirirken, kendimden ekleyeceğim biricik ölçü, Büyük Veli’nin muazzez ruhaniyetine sığınmak ve affını dilemektir.

[25]Görüldüğü gibi Mehmet Akif Ersoy kendisinden bir Hominem Sacer yaratmaya çalışan İslâmist ideolojiye hem şiirleriyle, hem Ortodoks İslâm anlayışının sınırlarını zorlayan görüşleriyle direnmektedir. Bu direniş İslâmist ideolojinin Kemalizm karşıtı figürler yaratmadaki çelişkilerini de açığa çıkarmaktadır.

3.2.Necip Fazıl Kısakürek’in Ulu Hakan Abdülhamid Adlı Eserine Giremeyenler

Necip Fazıl Kısakürek gerek Büyük Doğu dergisi gerek İdeolocya Örgüsü, Ulu Hakan, Son Devrin Din Mazlumları gibi eserleriyle İslâmist ideolojiyi önemli ölçüde etkilemiş ve bu kesimin gözünde üstad mertebesine yükselmiştir. Bu bölümde yalnızca Necip Fazıl Kısakürek’in II. Abdülhamid hakkındaki eserine odaklanacak ve contra-figuration sürecinde Necip Fazıl Kısakürek’in II. Abdülhamid’i kendi ideolojisi bağlamında Mustafa Kemal’in anti-tezi olarak nasıl kurguladığını ve bunun nasıl çelişkilere sebebiyet verdiğini göstermeye çalışacağım.

Necip Fazıl, eserin önsözünde isim vermeden Mustafa Kemal ile II. Abdülhamid’i karşı karşıya getirerek aslında II. Abdülhamid’i belli bir ideolojik çerçeve içinde sunacağını itiraf eder:

Güttüğüm cemiyet dâvasında tarihî şahsiyetlerden biri dâvama tam uygun, öbürü tam aykırı; biri başlıca dost, öbürü baş düşman, iki kutup seçmek ve bildirdiğim ölçülerle bunların (portre)lerini çizmek, öteden beri dileğim, hattâ borcumdu. Tarih (kriteryum)u mücerret bir görüşün müşahhas dünyasını kabartmalaştıracağına göre, fikirlerime destek bulmak için buna muhtaçtım. Çeyrek asırdan beri yakasına yapışmış bulunduğum dost, işte: ULU HAKAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN... Ters tarafından onun kadar ehemmiyetli düşmanıma gelince, Allah’tan duam şu ki, bir gün o borcu da ödeme imkânını bana bağışlasın...

Necip Fazıl eser boyunca II. Abdülhamid’i şeriata sıkı sıkıya bağlı bir dindar, İslâm’ın koruyucusu ve kollayıcısı bir İslâm halifesi, tasavvufa değer veren hatta kendisi de Nakşibendi tarikatının mensubu olan bir mürid olarak resmeder. Dindar Abdülhamid bölümünde II. Abdülhamid’in dindarlığını şöyle ifade eder:

Bütün Osmanoğulları içinde Abdülhamîd çapında dindar ikinci bir padişah bulunup bulunmadığı, sorulmaya değer bir keyfiyet... Kanaatimizce, ne Kosova sahrasında harp sabahının gecesini başı secdede geçiren Murat, ne Fatih Sultan Mehmed, ne Bayezid-i Veli, ne de şu veya bu, dindarlıkta Abdülhamîd’in derecesine ulaşabilir.

[26]Eserin bir başka bölümünde II.Abdülhamid’den şöyle bahseder: “Görülüyor ki, bu şahsiyet, Büyük Doğu idealinin ana temelleri olarak, ruhçu, keyfiyetçi, milliyetçi, ahlakçı, nizamcı karaktere sahiptir; (...)”[27] Sayılan bu prensipler Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü adlı eserinde “Temel Prensipler” alt başlığı altında da yer alır.[28] O halde diyebiliriz ki Necip Fazıl, II. Abdülhamid’i kendi ürettiği Büyük Doğucu söylemin ilk temsilcilerinden biri olarak görür. II. Abdülhamid adeta Batıcı-seküler Mustafa Kemal’in Doğucu-İslâmcı alter egosu olarak kurgulanır. II. Abdülhamid’in bu rolünü zedeleyecek durumlar ayıklanarak steril bir Abdülhamid portresi sunulur.

İdeolocya Örgüsü’nde Necip Fazıl zinayı ve fuhşu büyük suçlardan sayarak şiddetli şekilde cezalandırılması gerektiğini söyler.[29] Bu Büyük Doğu mefkûresi olarak tanımladığı ideolojinin ahlakçı prensibiyle uyumludur. Bu mefkûrenin temsilcisi olarak sunulan II. Abdülhamid’in de ahlakçı özelliğinin altı çizilir. Oysa Osmanlı’da ilk resmî genelevler 1884’te II. Abdülhamid’in emriyle yayımlanan bir yönetmelikle Galata ve Pera’da açılmıştır.

[30]Necip Fazıl yine İdeolocya Örgüsü’nde içkinin yasaklanması gerektiğini yazar.[31] Oysa ilk rakı fabrikası, bu ideolojinin temsilcisi olarak sunulan II. Abdülhamid zamanının “(...) başmabeyinci ve maliye bakanlarından Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerinde Umurca Çiftliği’nde kurulmuştur.”[32] Yine ilk bira imalathanesi de II. Abdülhamid döneminde Bomonti kardeşler tarafından Feriköy’de kurulmuştur.[33] Aynı dönemde Mizrahi ve Fernandes kardeşler tarafından Selanik’te “Olimpos Bira ve Şampanya Fabrikası” açılmıştır.[34] Ulu Hakan adlı eserde II. Abdülhamid devrinde kurulan işletmeler sayılırken bu fabrikalardan bahsedilmez. Bu dönemde alkol üretimi ve tüketimi o kadar yaygındır ki rakıdan alınan yüksek vergiler yüzünden halk kendi içkisini kendi üretme yoluna gitmeye başlamıştır. Hatta Ayşe Fahriye Hanım tarafından kaleme alınan ve 1883’te yayımlanan Ev Kadını adlı yemek kitabında evde nasıl rakı yapılacağı anlatılır.

[35]Aynı eserde II. Abdülhamid’in borsa oynamasına değinilir. II. Abdülahmid’in borsa ile ilişkisinin abartılmaması gerektiği, bunu abartanların sultana düşmanlık edenler olduğu söylenir.[36] Oysa II. Abdülhamid’in borsa ile ilişkisi bu kadar kolay geçiştirilebilecek bir mevzu değildir. Banker Yorgo Zarifi ile yakın ilişkiler kuran Sultan borsadaki spekülasyonları kendi yararına kullanır.[37] Bu yolla büyük bir servet elde eder. II. Abdülhamid’in torunu Orhan Osmanoğlu bu durumu şöyle tarif eder: “Sultan Abdülhamid Han çok büyük servetler edindi. Bunlar içinde yurt içinde ve yurt dışında 6 bin 800’e yakın mülk var. Borsada çok büyük paralar kazandığı söylenir ve doğrudur bu.”[38] Eserde Yorgo Zarifi’nin ismi hiç geçmez.

Münif Paşa da esere giremeyen şahıslardan biridir. Oysa kendisi II. Abdülhamid tarafından Maarif Vekaleti’nin başına getirilmiş ve eğitim alanında yaptığı ıslahatlarla büyük başarılar elde etmiştir. Modern pedagojiye dair Türkçedeki ilk deneme sayılabilecek “Ehemmiyet-i Terbiye-i Sıbyân” adlı makaleyi kaleme almıştır.[39] Aynı zamanda kendisi Osmanlı’da Arap alfabesinin kullanılmasının eğitimde zorluklara yol açtığını tespit etmiş ve alfabenin ıslah edilmesi gerektiğini belirtmiştir.[40] Harf inkılabına muhalif olan ve bunu bir Kemalizm garabeti olarak gösteren Necip Fazıl için II. Abdülhamid’in Maarif Vekili’nin bu tür görüşler ileri sürmesi kabul edilemezdir.

Kısacası Necip Fazıl Kısakürek Mustafa Kemal’in bir anti-tezi olarak II. Abdülhamid portresi oluşturmaya çalışır. Bu süreç yukarıda da belirtildiği gibi Hominem Sacer evresidir. İslâmist sağ kendi Kutsal Adam’ını yaratmaya çalışır. Bu tür çabalar Post-Post Kemalist evrede yeniden değerlendirilmeli, yaratılmaya çalışılan figürlerin çelişkileri açığa çıkartılmalıdır. Böylece Kemalist ideolojinin Mustafa Kemal’i överken düştüğü hataları eleştiren İslâmist ideolojinin kendisinin de nasıl aynı hatalara düştüğü gösterilebilir.

SONUÇ YERİNE: KEMALİST VESAYET VAR MIYDI YOK MUYDU?

Post-Kemalizm’in iddia ettiği gibi Kemalizm diktatoryal eğilimleri olan bir ideoloji midir? Kemalizm, Mustafa Kemal tarafından özgün-saf bir ideoloji olarak mı tasarlanmıştır yoksa tarihsel gelişim süreci içinde Mustafa Kemal’de karşılığını bularak iktidara gelen uzun soluklu bir düşünce sistemi midir? Mustafa Kemal, II. Abdülhamid’in temsil ettiği Doğucu-İslâmcı tarafın karşısındaki Batıcı-seküler İttihat ve Terakki Partisi geleneğinin temsilcisi olarak eleştiriliyorsa, Mustafa Kemal döneminin eleştirisinde İslâmist ideolojinin yararlandığı Kazım Karabekir’in İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliği nereye konulacaktır? Kemalist vesayet gerçekten var mıdır? Eğer varsa 1950’deki genel seçimlerle DP, iktidarı nasıl sorunsuz olarak bu vesayetin elinden alabilmiştir? Acaba Kemalist vesayet yoktur da sadece vesayet mi vardır? Ayrıca vesayetçilik Osmanlı toplumundan Kemalist döneme ve en sonunda post-Kemalizm’e hangi mirasları bırakmıştır? Kemalist vesayet eğer iddia edildiği gibi o kadar güçlüyse Mustafa Kemal’in Nemo Sacer’den Homo Sacer’e geçişi nasıl gerçekleşmiştir? Tüm bu sorular yeni bir paradigmayla düşünülmeyi hak etmektedir. Bu yeni paradigma post-Kemalizm’in bütün eleştirilerini yanlış kabul etmek değildir. Aksine bu yeni paradigma doğru ve yanlış ikiliğini ortadan kaldırmalı ve hem Kemalizm’in hem de Post-Kemalizm’in altını oyan çelişkiler açığa çıkartılmalıdır. Bu amaçla Mustafa Kemal’in Büyük Söylev’inden, Kazım Karabekir’in hatıratına, Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü’nden, Sezai Karakoç’un Diriliş mefkûresini yansıttığı eserlerine kadar tüm ürünler yeni baştan, yeni bir tarzda okunmalıdır. Derrida’nın New Internationalism (Yeni Enternasyonalizm) dediği şey ulusal sınırlar içinde yeni bir yurttaş katılımıyla vücut bulabilir. Bu yeni katılım çoğulcu bir düzlemde yaratılabilirse arı bir ideoloji iddiasında olan her kesimin ipliği pazara çıkartılabilir. Böylece daha şeffaf ve geçirgen, birbirlerine sürekli göndermede bulunan, her bağlamda yeni anlamlar kazanan, merkezden yoksun, bu yüzden de yüksek çağrışım gücüne sahip yeni bir düşünce sistemi yaratılabilir.

[1] Mustafa Albayrak, “Kemalizm’in Düşünsel Temelleri ve Tarihsel Oluşumu,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 77 (2010): 310-317.

[2] A.g.e., s. 310-311.

[3] A.g.e., s. 313.

[4] A.g.e., s. 313-314.

[5] A.g.e., s. 315.

[6] A.g.e., s. 316.

[7] A.g.e., s. 317.

[8] Yazının kalanında ismi geçen tüm dergilere şu adresten ulaşılabilir: katalog.idp.org.tr/

[9] Liderliğini Kemal Pilavoğlu’nun yaptığı Ticani tarikatı üyelerinin Atatürk büstlerine gerçekleştirdikleri saldırılar bunun bir örneğidir.

[10] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, çev. İsmail Türkmen (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017), s. 90.

[11] A.g.e., s. 99.

[12] A.g.e., s. 98

[13] Matta İncili.

[14] Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri, çev. Alper Tümertekin (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2007), s. 69.

[15] Deniz Kundakçı, ”Marx-sız Bir Marx: Derrida’nın Yapısökümünün Marx Üzerinden Bir İzlencesi”, Dört Öge 2 (2012): 230.

[16] Cem Küçük, ”Kemalist Vesayet Hortlarken,” Türkiye Gazetesi, 14 Kasım 2018.

[17] Erol Göka, ”Mehmet Akif ve Necip Fazıl” Yeni Şafak, 25 Aralık 2016.

[18] Mehmet Akif Ersoy, Safahat (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1966), s. 402.

[19] A.g.e., s. 415.

[20] A.g.e., s. 85-86.

[21] A.g.e., s. 440.

[22] Erişim adresi: zuhurdergisi.com/necip-fazil-k…

[23] Mehmet Akif Ersoy, Safahat (İstanbul: M. Fatih, 2007), s. 344.

[24] A.g.e., 242.

[25] Necip Fazıl Kısakürek, Tasavvuf Bahçeleri, (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları: 2009), “Takdim”.

[26] Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2015), s. 329.

[27] A.g.e., 299.

[28] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2014), s. 329.

[29] A.g.e., 325-328.

[30]Erişim adresi: t24.com.tr/haber/fuhus-osmanli…

[31] Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2014), s. 323.

[32]Erişim adresi: turkishnews.com/tr/content/201…

[33] Soner Yalçın, ”II. Abdülhamit‘in İzniyle Üretimine Başlanan İçki“ Sözcü, 13 Mart 2016.

[34] Soner Yalçın, ”II. Abdülhamit‘in İzniyle Üretimine Başlanan İçki“ Sözcü, 13 Mart 2016.

[35] Erdir Zat, Rakı: The Spirit of Turkey (İstanbul: Overteam Yayınları, 2012), s. 167.

[36] Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2015), s. 46-47.

[37] Soner Yalçın, ”Ekonomik krizden zengin çıkan bir padişah: II. Abdülhamid” Hürriyet, 14 Aralık 2008.

[38] Akın Aydın, ”2. Abdülhamit borsa zengini miydi?” Yeni Mesaj, 9 Eylül 2017.

[39] Erişim adresi: https://İslâmansiklopedisi.org.tr/munif-mehmed-pasa

[40] Erişim adresi: https://İslâmansiklopedisi.org.tr/munif-mehmed-pasa

birikimdergisi.com/dergiler/bi…

Sensitive content

Bitcoin Price Faces $116k Bounce Talk but Analysts Warn of Deeper Risks - TLDR:

Bitcoin trades at $112,333 with a 5.60% weekly drop, raising questions abou... - blockonomi.com/bitcoin-price-f… #technicalanalysis #cryptocurrency #priceanalysis #analysis #bitcoin #trading #cmegap #crypto #market #btc

Bitcoin Price Watch: Price Action Squeezed—Will the Next Break Favor Bulls or Bears? - On Friday, bitcoin is trading at $112,264 per coin as of Aug. 22, 2025, with a mar... - news.bitcoin.com/bitcoin-price… #marketsandprices #bitcoin(btc)

Utopia 56 Paris – Stage 2 mois : Pôle Logistique
utopia56.org/utopia-56-paris-s…

"Employeur : Utopia 56 Type de contrat : Stage (2 mois) Prise de poste : dès que possible Lieu de travail : Paris Utopia 56 est une association créée en novembre 2015 en Bretagne pour encadrer le bénévolat qui se déployait alors sur la jungle de Calais. Avec des actions 24h/24 et 7j/7 sur le [...]
L’article Utopia 56 Paris – Stage 2 mois : Pôle Logistique est apparu en premier

Psychic Treason
counterpunch.org/2025/08/22/ps…

"I am living in a world that no longer exists. I once lived in a vital world whose only limit was no-limit, “free frame of reference,” as the Haight Street Diggers thought. It was a world of beatniks, Buddhists, hippies, free-jazz poets, pacifists, wandering guitar soloists, postmodern fabulists, soulful anarchists, and collaborative maunderers. It was More
The post Psychic Treason appeared first"

KURDISTAN. Guerre fratricide à Silêmanî
kurdistan-au-feminin.fr/2025/0…

"IRAK / KURDISTAN – Trois membres des forces de sécurité ont perdu la vie et 15 autres ont été blessés lors de violents affrontements entre les hommes de Lahur Sheikh Jangi (Lahur Talabanî) et ceux de Bafel Talabani (chef du parti UPK) à Souleimaniye dirigé par l’UPK. On craint que le nombre de morts soit […]
L’article KURDISTAN. Guerre fratricide à Silêmanî est apparu

Supposedly maybe the pelican-nosed twat, Howard Stern, now might not be canceled.

That said... he is a total douchebag and used strip of toilet paper... from the last days of Artie Lange, back to the Jackie days, the show was funny.

75% of the time, the funny ones were those who WORKED for him, not necessarily him, who were the funniest.

Example... and there is no denying, this is funny shit, even though Stern has been an irrevelent fossil for more than a decade.

youtube.com/watch?v=HibxRXkzBm…

The ongoing genocide we never hear about in Africa because we are privileged and think(wrongly) we can afford not giving a shit. Similarly, with all the Palestinian journalists murdered, they are attempting to ensure Palestinians die quietly into the night & accept their fate

webtv.un.org/en/asset/k16/k169…

#Gaza #Palestine #drc #iran #lebanon #Genocide #geopolitics #congo
@palestine @lebanon @yemen@a.gup.pe.social #SettlerColonialism
#AntiImperialism #tiktok #cdnpoli
#canada #usa #yemen
@blackmastodon #africa

This entry was edited (2 weeks ago)

How Big Pharma Bought Government to Protect its Racket
counterpunch.org/2025/08/22/ho…

"The US government is pay-to-play – and drug lobbyists are buying a lot of playing time. Pharmaceutical companies claim that the government shouldn’t negotiate lower drug prices because losing those excess profits will hurt innovation, but they can pour record amounts of money into lobbying the government. The premier lobbying group for Big

ALLEMAGNE. Le gouvernement fédéral garde le silence face aux menaces d’expulsion d’un réfugié kurde
kurdistan-au-feminin.fr/2025/0…

"ALLEMAGNE – Le gouvernement allemand refuse de commenter l’expulsion imminente d’un réfugié kurde vers la Turquie. La députée de gauche Cansu Özdemir la qualifie de « scandale » et appelle à une procédure d’asile équitable et à l’arrêt du projet

Solana Price Forecast: SOL Loses Momentum as Layer Brett’s ETH L2 Gains Hype – Analysts Call 100x Gains - The Solana price has been slipping in recent sessions, leaving traders worried and on the... - blockonomi.com/solana-price-fo… #pr

Kanye West Drops YZY Meme Coin On Solana As Insiders Make Millions, Analysts Say This Is Your Best Bet To Beat Them - The crypto world is buzzing after Kanye West unveiled his Solana-based meme coin, YZY, tr... - blockonomi.com/kanye-west-drop… #pr

McElhanney Trucks Burned in Smithers, Canada


On August 10th at around 4am two trucks belonging to McElhanney were burned in Smithers, BC.

McElhanney provides consulting services to the PRGT project. You can read more about their involvement in Against Extractivism: PRGT and its Actor and Arson attack in Terrace BC.

Source: BC Counter Info

Canada: McElhanney trucks burned in Smithers


darknights.noblogs.org/post/20…

abolitionmedia.noblogs.org/?p=…

#arson #canada #DirectAction #northAmerica

Viviers (Ardèche) : voisins vigilants incendiaires vs Lafarge
sansnom.noblogs.org/archives/2…

"Ardèche. Engins incendiés, tag inscrit… Ce que l’on sait après l’attaque de l’usine Lafarge Le Dauphiné, 21 août 2025 (extrait) La cimenterie Lafarge du Teil, située sur la commune voisine de Viviers, a été la cible d’une attaque inédite dans la nuit du mercredi 20 au jeudi 21 août. Deux individus ont, entre 23 heures … Continuer la lecture de Viviers (Ardèche) : voisins vigilants

Vape waste: Recycling giants call for separate collections to stop battery fires

Businesses including Biffa and Reconomy want the UK Government to introduce separate kerbside collections for disposable vapes, as vapes mixed in with other waste are causing fires in recycling centres.

edie.net/vape-waste-recycling-…

Can’t Quit the Blues: the Electrifications of Otis Rush
counterpunch.org/2025/08/22/ca…

"In 1969, after nearly 14 years of constant gigging in small blues clubs and cutting scorching singles for obscure labels, songs that received limited radio play but were greedily snatched up by young white rockers desperate to learn the rudiments of the Chicago blues, it looked like Otis Rush was about to finally get his More
The post Can’t

Hey, isn't Canada supposed to be the most respected country in the world? Canada mining is a prime environment devourer.

"In response to the attempt by the Canadian company Dundee Precious Metals to carry out extractive activities in the water-rich area, environment defenders called for a march in the southern city of Cuenca on September 16, demanding the revocation of the environmental license granted to the project by the Daniel Noboa government."

plenglish.com/news/2025/08/21/…

FIAR Light reshared this.

Zelensky Rejected All of Trump’s Proposals for Ukraine Settlement, Says Lavrov

From Sputnik

Volodymyr Zelensky said ‘no’ to all of US President Donald Trump’s proposals for resolving the conflict in Ukraine, which the US considers necessary, at a meeting in Washington, Russian Foreign Minister Sergey Lavrov said.

Aug 22nd 2025 7:57am EDT

Source Link: sputnikglobe.com/20250822/zele…

Internet Archive Link: web.archive.org/web/2025082212…

Share, promote & comment with Nostr: dissentwatch.com/boost/?boost_…

C’est reparti pour une #Cosette ! Ça faisait longtemps que je voulais en parler : le brouillon de cet article remonte à 2017.

La question des enfants a été critique toute ma vie. La lecture peut en être difficile, il y aura des CW. Ça va aller un peu dans tous les sens, le sujet est tellement touffu, mais j’ai essayé de structurer.

N’hésitez pas à intervenir, partager des ressources, poser des questions, donner votre avis. Bonne lecture.

[EDIT: boostez les sondages plz, ils ne durent que 24h]

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

On parle beaucoup du « mouvement » No Kids ces derniers temps. Ce qui était, de base, une revendication féministe porteuse de beaucoup de sens (ne pas faire d’enfants c’est sortir de l’essentialisation de « lafemme », revendiquer sa liberté, refuser l’aliénation, reprendre le contrôle de sa vie et de son corps etc.) a finalement été utilisé pour autoriser des récriminations tournant essentiellement autour de la liberté des célibataires à passer des vacances tranquilles...
in reply to Volu

De nombreuses personnes affirment sans complexe qu’elles trouvent les enfants bruyants, exigeants, bougeons, pénibles sans que ça leur vienne à l’esprit que les éduquer, c’est un boulot exigent et difficile. Bizarre.

L’attitude paradoxale de la société à l’égard des mères et des enfants ne s’arrête pas là : c’est un grand gloubiboulga chimérique, fait de postures idéologiques. C’est infernal d’être une femme, c’est encore pire d’être une mère.

C'est parti.

in reply to Volu

LA THÉORIE

L’enfant est une pierre importante dans la construction du couple hétéro-romantico-normé. Il est le pinacle de l’escalator amoureux (polyamour.info/lexique/#Escala…) dans nos sociétés basées sur la famille nucléaire restreinte, la dernière preuve d’amour que les monos se donnent. C’est tout un script : le premier baiser, la première étreinte, la vie commune, les fiançailles, le mariage, le crédit, l’enfant.

in reply to Volu

C’est une vieille angoisse qui a le vent en poupe en ce moment dans les milieux mascus (un exemple parmi d’autres : masculinites.fr/discrimination…) mais qu’on traine depuis quelques millénaires : un homme ne peut jamais être certain qu’un enfant est LE SIEN (je cite pour le fun : « soumission existentielle à la femme »).
in reply to Volu

Par ailleurs, il n’est pas nécessaire de prouver que vous êtes le père biologique de l’enfant pour le reconnaître en tant que père. Un homme qui n’est pas marié n’a aucune obligation de reconnaitre un enfant, mais s’il le fait, cela impliquera des droits et des devoirs à l’égard de l’enfant et de la mère. Tout ça implique, en réalité, qu’en regard de la loi, n’importe qui peut être le père de n’importe quel enfant.
in reply to Volu

Eh bien… c’est ce qu’elle fait, a posteriori. Un homme peut se voir déchu (ou à l’inverse forcé) de sa paternité « par tous moyens, sous réserve de la recevabilité de l'action », c’est-à-dire devant un juge. Un de ces moyens est de solliciter le juge (sur demande de la mère ou du père putatif), qui fera pratiquer un test ADN en recherche de paternité (service-public.fr/particuliers…).
in reply to Volu

Tout ce qui précède concerne les couples hétérosexuels, mais la loi ne dit pas autre chose pour les couples homosexuels : « Les époux homosexuels doivent être mariés pour pouvoir fonder une famille. L’un des conjoints doit être la mère ou le père biologique. L’autre passe par l’adoption. » (justifit.fr/b/guides/droit-fam…).
in reply to Volu

Si le test ADN est interdit en France en dehors d’un parcours judiciaire, c’est pour plusieurs raisons… d’abord, la loi Bioéthique (legifrance.gouv.fr/loda/id/JOR…) considère ce genre de données comme extrêmement sensibles, les citoyen·nes ont tout intérêt à ce qu’elles ne se baladent pas dans les mains d’acteurs privés ou gouvernementaux. Les tests génétiques sont donc réservés a priori aux domaines médical (dépistage de maladies graves) et judiciaire (identification criminelle).
in reply to Volu

Ensuite, c’est coûteux, technique (il faudrait pouvoir jauger la fiabilité de chaque test)… et récent. Pour finir… ça foutrait un beau bordel en réalité. Le sacro-saint mariage serait sacrément bousculé parce qu’on SAIT que les hommes et les femmes se trompent (en gros un tiers des femmes et la moitié des hommes sont infidèles selon leurs propres dires : lemonde.fr/societe/article/201…) !
in reply to Volu

Garder la possibilité du doute, c’est aussi la paix des ménages (et le maintien de l'illusion de la famille). De plus, c’est pas juste une question de parentalité. Ce n’est pas juste établir une paternité, c’est aussi prouver que votre partenaire vous a trompé. C’est un motif de séparation, de violences, de répression. Pour finir, chacun·e doit prendre ses responsabilités, certes, mais en même temps, qui veut d’un parent qui ne veut pas l’être ?
in reply to Volu

Première posture : la société aime les enfants parce que les enfants c’est la vie, au sens naturel du terme. L’espèce doit enfanter pour se perpétuer. Les femmes font les enfants. Donc les femmes sont faites pour avoir des enfants et DOIVENT faire des enfants. Une femme qui refuse de faire des enfants n’est rien de moins qu’une traitresse à l’humanité et ses intentions forcément égoïstes.
in reply to Volu

Au chapitre de l’essentialisation, l’ambiguïté morale est totale, comme si au final ce n’était pas du tout naturel. La nature elle s’arrête aux prémisses de la question de l’enfant (les femmes doivent faire des enfants, c’est naturel) : toute femme ayant accouché aura entendu TOUT et son contraire quant à la manière de s’occuper de son enfant. On lui aura tout reproché : son poids, celui de son bébé, sa manière de le coucher, de le nourrir, de le cajoler.
in reply to Volu

Exit la nature, elle accouche sur le dos, on lui coud un ptit point du mari (fr.wikipedia.org/wiki/Point_du…) après la délivrance, on lui explique qu’allaiter 6 mois c’est bien mais on ne lui donnera que 3 mois pour le faire, elle paiera les yeux de la tête une nourrice, il y aura du bisphénol (fr.wikipedia.org/wiki/Bisph%C3…) dans les biberons, des perturbateurs endocriniens dans les couches (anses.fr/fr/system/files/CONSO…) et de la matière fécale (entre autres) dans l’eau minérale (quechoisir.org/actualite-eaux-…).
in reply to Volu

L’appel à la nature (fr.wikipedia.org/wiki/Appel_%C…) est probablement la posture la plus dégueulasse qui soit, elle a des allures de scientificité tout en prêtant le flanc à des pensées du plus bel archaïsme : c’est l’un des arguments majeurs de l’homophobie ordinaire. Un·e homosexuel·le, par définition, ça ne ferait pas d’enfant. Certes, la réalité leur donne tort chaque jour, mais ça ne devrait pas être un contre-argument.
in reply to Volu

Mais ça ne devrait jamais être un argument en soi, d’un côté ou de l’autre, parce que l’humain ne sait pas ce que c’est « la nature », tout ce qu’il en sait, ou croit en savoir, c’est sa culture qui le lui a soufflé. Je réprouve aussi bien l’appel à la nature que l’appel à la civilisation. Ils font exactement la même merde : ils tuent des non-blancs valides et contraignent les femmes.
in reply to Volu

Violences sur les enfants

Sensitive content

in reply to Volu

Violences sur les enfants

Sensitive content

in reply to Volu

Violences sur les enfants

Sensitive content

in reply to Volu

Stérilisations forcées, homophobie

Sensitive content

in reply to Volu

Il faut comprendre qu’une société basée sur la reproduction sociale (fr.wikipedia.org/wiki/Reproduc…) n’a qu’une façon de « s’élever », se purifier, s’améliorer : l’eugénisme. Il faut empêcher les mauvais éléments de se reproduire et on devrait bien finir par se retrouver entre soi, sur le haut du panier. Vision fasciste d’une société « égalitaire » où tout le monde serait belleau, blanc·he et riche.
in reply to Volu

Partout ailleurs ça ne vaut guère mieux : tu dois faire des enfants mais tu dois aussi travailler. Enfin, sur ce coup-là, je ne suis pas trop sûre : tu préfères être une michto au crochet de ton mari et disponible pour l’éducation de tes enfants ou une irresponsable mère absente qui fait tourner la baraque ? Raaah, j’hésite, j’hésite !!
in reply to Volu

Les hommes aussi adorent leurs enfants ! Je crois. Bon, les femmes en couple s’en occupent 2 fois plus (observationsociete.fr/structur…), et en cas de divorce les trois-quarts d’entre eux ne demandent tout simplement pas la garde des enfants (justice.gouv.fr/sites/default/…). Aussi, 85% des parents seuls sont des mères (insee.fr/fr/statistiques/60513…).
in reply to Volu

Mais sinon, vous ne trouvez pas les pères au foyer SUPER courageux ? C’est tellement beau cette dévotion, ce choix de mettre de côté sa carrière ! Ils sont 0,2% (tempsdperes.hypotheses.org/433) à se déclarer comme tel auprès de l’INSEE (contre 6% de femmes) ! À mon avis, s’ils s’y adonnent si peu, c’est peut-être que ça apporte quelques désagréments, d’avoir des enfants.

En réalité, vous n’aimez pas leur bruit, leur agitation, leur liberté, leur curiosité.

in reply to Volu

L’égalité domestique est une vieille chimère. Elle est quasiment impossible dans notre société si profondément inégalitaire. Il y a des dynamiques au sein de chaque couple, malgré toutes leurs bonnes intentions, qui font que ça ne se fait pas. Vous aurez beau faire, il n’est pas si aisé de se sortir de la gangue inégalitaire de notre monde, faites pas genre.
in reply to Volu

On va donc conclure sur un « la société n’aime pas les enfants, elle n’aime pas les mères, elle n’aime pas les femmes », si vous voulez bien. Et dans l’ensemble, la liberté que vous prêtez à nos sociétés occidentales de faire ou de ne pas faire d’enfant n’est pas réelle.
Les femmes évoluent dans un monde où 3 cas de figure sont possibles :

- elles PEUVENT faire des enfants
- elles DOIVENT faire des enfants
- ou bien elles ne DOIVENT PAS faire d’enfant

in reply to Volu

Par exemple, si tu vis en France, tu PEUX faire des enfants parce qu’après tout, on a atteint l’égalité des sexes tu fais ce que tu veux blah. Mais si tu es trop jeune, trop vieille, ou trop pauvre, ou trop handicapée (la limite du « trop » n’est pas clairement fixée), tu ne DOIS PAS faire d’enfant. Si tes parents sont catholiques tu le DOIS.
in reply to Volu

Et de façon générale, le décider, en avoir ou pas, est plutôt perçu comme un caprice : si « la nature » t’a refusé la possibilité d’en faire, tu devrais respecter ce refus. Si tu peux en faire mais que tu en fais un sans l’avis de ton homme, c’est mal. Inversement, si tu n’en fais pas à ton homme qui en veut un, c’est pas bien. Etc. à l’infini. Mais pour faire simple, en gros, si tu es une « bonne » femme (blanche, fertile, valide, riche), tu DOIS en faire.
in reply to Volu

Au Royaume-Uni, on enquête sur les femmes qui font des fausses-couches (humanite.fr/feminisme/droit-a-…).
in reply to Volu

Tu t’accroches donc bien fort à ton droit (en fait juste une dépénalisation partielle – le Canada est le seul pays au monde où l’avortement est légal TOUT AU LONG DE LA GROSSESSE) à l’avortement et à ta pilule, dommage qu’elle induise « un risque un peu plus élevé de cancer du sein, du col de l’utérus et du foie, maladies du cœur et accidents vasculaires cérébraux » (cancer.ca/fr/cancer-informatio…).
in reply to Volu

Toujours pas de nouvelle de la pilule masculine : c’est un « défi scientifique » de produire un contraceptif masculin à la fois « efficace et sûr » (presse.inserm.fr/canal-detox/v…)! Tu m’étonnes !
in reply to Volu

Sexe, contraception

Sensitive content

in reply to Volu

Sexe, contraception

Sensitive content

in reply to Volu

Sexe, contraception

Sensitive content

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

Sexe

Sensitive content

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

Accouchement

Sensitive content

in reply to Volu

Accouchement

Sensitive content

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

Ça a été progressif. Le travail, la nourrice, les trajets, les travaux domestiques, l’échangisme (ça c’est un chapitre que je ne vais pas pouvoir détailler ici, ce fil est déjà assez long, mais sachez que ça a été LE point critique dans notre couple), tout ça est tombé petit à petit, s’ajoutant inexorablement sur deux ou trois années, comme des grains de sable au bas d’un sablier.
in reply to Volu

La posture du breadfeeder va mal ! Dans mon couple, j’étais la pourvoyeuse d’argent. Mais aussi celle qui nettoyait, rangeait, faisait les courses, s’occupait des rdv médicaux de notre fille et de toute la logistique (comme le contrat de la nourrice). De son côté, il travaillait comme agriculteur, sur sa propre ferme qui partait complètement en quenouille (il a changé de travail après notre divorce).
in reply to Volu

Il ne gagnait quasiment pas d’argent. Il travaillait, certes, mais nettement moins que moi en volume horaire (euphémisme). Du coup il était complètement démoralisé (bichette) et n’en ramait pas une à la maison. Je l’ai vu 2 fois avec un aspirateur dans les mains. Il emmenait notre fille chez sa mère avant qu’elle aille à l’école (ensuite c’est moi qui l’emmenait chez la nourrice). Et c’est à peu près tout.
in reply to Volu

Ça le ferait hurler de lire ça. Par exemple, il me rappellerait que c’est lui a payé ma voiture ! C’est vrai. Mais ça ne représente qu’un an du loyer que j’ai payé pendant 6 ans, frère (à son nom, je n'en suis pas propriétaire aujourd'hui, même pas un petit peu).

Vous connaissez la théorie des pots de yaourts ?

youtu.be/5nvf3uZvrt0

in reply to Volu

À la relation pleine et lumineuse que forme le duo amoureux succède une longue chute. Entendre ma belle-sœur pleurer parce que son homme (un de mes frères donc) mendie des rapports sexuels alors qu’elle ne s’est pas remise de son épisiotomie, n’en rame pas une à la maison, fait la gueule toute la journée parce qu’elle n’est pas disponible pour lui...
in reply to Volu

... et se plaint de ses angoisses à elle alors qu’il a lui-même porté en terre deux de ses précédents enfants au cours des trois dernières années, vous n’avez pas idée à quel point ça me fout le démon. Entendre cette femme dont je plaçais la solidité au-dessus de toute barrière mentale dire qu’elle n’ose pas en parler parce qu’elle ne veut pas « dégrader l’image de son mari », tout comme je l’ai fait moi-même, bordel, y a des genoux cassés qui se perdent.
in reply to Volu

Aliénation, sexe

Sensitive content

in reply to Volu

Je vivais la honte au quotidien. J’ai eu l’impression, dans tout ce bordel, que je n’étais tout simplement pas capable d’être mère, que je n’aimais pas ça, que ma fille m’empêchait de vivre. Comme si tout le reste, en revanche, était normal. J’ai détesté cette vie de toutes les fibres de mon corps. C’est à la faveur d’un burn out franchement impressionnant et d’un long arrêt de travail que j’ai redécouvert la possibilité de vivre d’autres choses et j’ai compris que le problème était ailleurs.
in reply to Volu

Sexe, viols

Sensitive content

in reply to Volu

Je suis partie loin de lui, personne ne comprenait ça, ça compliquait tellement la garde, et puis, pourquoi je ne me battais pas pour la récupérer ? J’étais un petit déchet souffreteux et toxicomane, absolument convaincue que ma fille méritait mieux que moi. Pendant ces 10 ans, je gardais Chicorée un week-end sur deux et toutes les vacances, des centaines, et des centaines de kilomètres parcourus à chaque fois.
in reply to Volu

Violences sur enfant

Sensitive content

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

Sensitive content

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

Pas la peine de venir me tanner avec du not all men ou du « faut mieux choisir vos mecs », ça ne ferait qu’être très embarrassant pour vous, qui ignorez visiblement le principe de « problème structurel ». S’il a suffi de ne croiser que 3 hommes pourris pour détruire ainsi ma vie (mon père, mon frère, mon mari), alors not all men n’a aucun sens (et bien évidemment que je n’en ai pas croisé que 3, tout le monde, homme ou femme, peut en citer 1000).
in reply to Volu

Mes daddy issues ne sont qu’une expression de cette structure. La détresse mentale dans laquelle je me suis retrouvée après la naissance de Chicorée parce que j’étais confrontée à un homme qui ne faisait pas sa part, encore une autre. Le silence honteux dans lequel je me suis enfermée, la pusillanimité de tous mes proches, ce sont des prisons.
in reply to Volu

Je suis peut-être un chat noir, mais ça fait beaucoup de « pas de chance » quand même. J’ai ma propre expérience mais mes proches aussi, celles qui on eu des enfants, celles qui n’en ont pas eus, celles qui en ont perdus, tout ça participe grandement à me faire ressentir une telle souffrance, de tels risques, que je ne veux pour rien au monde remettre ça.
in reply to Volu

NE PAS AVOIR D'ENFANT

Je le veux (ne pas avoir d’autre enfant) et je le veux pour toujours. Je le veux à 100%. Les capotes ne sont pas fiables, l’abstinence au bout de 8 ans c’est un peu relou tu vois, la pilule et toutes les méthodes hormonales ne me sont plus prescrites pour des raisons médicales et la simple idée de me faire poser un DIU sur mon col massacré (déchirement à l’accouchement et conisation) me met en PLS. Je veux dépasser les 99% d’efficacité.

in reply to Volu

J’en parle immédiatement à ma gynéco, qui refuse de pratiquer cette opération, en me précisant qu’avant 35 ans, ce sera délicat de trouver un·e chirurgien·ne qui accepterait. J’ajoute que je souhaite, au passage faire don de mes ovocytes, et que du coup il ne faut pas trop attendre mais ça la fait tiquer : « attendez, si vous voulez garder vos ovocytes c’est peut-être que vous n’êtes pas si sûre que ça de ne pas vouloir d’enfant, non ? »
in reply to Volu

En 2019, je reviens donc à la charge. À chaque visite de contrôle (j’ai des examens annuels pour surveiller le crabe), je remets la question sur la table. À chaque fois « on en reparle la prochaine fois ». À chaque.putain.de.fois. Faut comprendre que les délais ici pour obtenir un rdv, c’est 6 mois, faut pas se louper. À chaque fois, je me fais examiner, on me dit « réfléchissez-y » et c’est tout.
in reply to Volu

Je finis par perdre patience en 2022, quand elle m’apprend que oupsi, on ne fait plus de prélèvement d’ovocytes sur les femmes de 38 ans (dondovocytes.fr/) (parce que, précisément, ils se dégradent très vite à l’approche de la quarantaine, ce qui signifie qu’on a accepté de me stériliser quand mes chances de tomber enceinte devenaient franchement faibles).
in reply to Volu

Je pète un câble dans son cabinet, vous n’imaginez pas. J’ai laissé exploser ma colère, ma frustration, je n’en pouvais plus de leurs atermoiements de merde. Dans la minute, elle m’a fait signer les papiers, pris rdv avec une chirurgienne, en me faisant grâce des 4 mois de réflexion. J’étais dans une colère sans nom. On manque d’ovocytes (dondovocytes.fr/vos-questions/…), j’étais prête à faire toutes les démarches pour ça, même sans stérilisation et on me fait lambiner jusqu’à ce que ce soit trop tard ?
in reply to Volu

Les médecin·es, on le savait déjà, sont des pignons clés de la grosse machine patriarcale : beaucoup d’entre elleux sont là pour te taper sur les doigts, se torchent avec ta dignité et font régner l’ordre parmi ces corps de femmes capricieuses et inconséquentes. Ma demande, même au regard de cette société misogyne, rentrait dans les clous : j’approchais la quarantaine (cet âge où on te déconseille de faire un enfant), j’avais déjà enfanté, une ligature des trompes était parfaitement envisageable
in reply to Volu

Alors que je bouillais de rage sous ses yeux, elle a vite fait balancé la panoplie de questions et d’hypothèses à considérer avant de prendre cette décision : "Vous savez que vous n’aurez PLUS JAMAIS d’enfant, car ce n’est pas réversible ? Votre partenaire actuel est-il au courant de votre décision ? Que faites-vous si un homme que vous aimez un jour souhaite avoir un enfant ?"
in reply to Volu

« Oui je le sais. Ça fait 14 ans que je le sais ». « Je n’ai pas de partenaire actuellement mais c’est la première chose que je leur dis : je ne veux pas d’enfant ». « Je le dégage avec perte et fracas de ma vie, il doit être con. » C’était en gros, mes réponses. Qui l’ont donc convaincue que c’était bon, je ne voulais pas d’enfant.
in reply to Volu

Opération chirurgicale

Sensitive content

in reply to Volu

Opération chirurgicale

Sensitive content

in reply to Volu

Opération chirurgicale

Sensitive content

in reply to Volu

Opération chirurgicale

Sensitive content

in reply to Volu

rah sérieusement ?! J'ai eu une ligature le mois dernier j'en suis au moins ressortie propre et raisonnablement rhabillée... Ça doit être super violent à vivre ! Je suis désolé que ça se soit passé comme ça.

Pour les suites de l'opération par contre pareil, "ça fait pas mal" mon œil tiens j'ai mis une semaine a marcher plus de 5 minutes et 1 mois après j'ai encore mal par moments et je recommence juste le sport...
Ça s'est bien passé pour moi mais ça m'a bien donné la rage. Si les mecs étaient pas collectivement des enflures irresponsables je n'aurais pas eu besoin d'en passer par là pour garder ma vie en main. Je ressens un profond sentiment d'injustice.

in reply to Volu

J'ai vraiment du mal à calculer/à faire une moyenne.

Heureusement qu'il y a l'école et que je ne l'ai qu'un week-end sur quatre.
Et j'ai un peu peur de me la raconter.

D'autant qu'il y a les moments « mixtes », genre je cuisine aussi pour moi, hein. Ou bien je ne m'occupe pas vraiment de lui, il n'est pas là, mais il y a des trucs auxquels réfléchir en arrière-plan.

Gros gros gros respect aux mamans qui sont vraiment toutes seules et parfois pire : sans même la possibilité d'un relais.

in reply to Volu

Haha, le nombre de fois où on m'a dit que j'étais chanceux ou que j'avais du être bon, parce-que « gnagnagna, 90% des pères n'ont pas la garde de leurs enfants », et où j'ai pu leur répondre que, heu, non, je ne suis pas chanceux et que je n'ai pas de talent, et que ce chiffre là n'est possible que parce-que la plupart des père ne demandent juste pas cette garde.

Ben quand ça vient de moi avec ma situation, ça marque plus les gens. 🤪

This entry was edited (2 weeks ago)
in reply to Volu

oui le dernier mais pas ouf le 1er, pour cause de 1/ croyance infondée dans "la péridurale c'est mal" suite à une reco lecture d'un autre temps et une absence d'esprit critique 2/ manque de personnel à la maternité et 3/ violences obstétricales (le médecin qui vient et retourne le bébé engagé dans le col, avec ses mains mais sans prévenir ni s'excuser ni expliquer). Et oui le dernier car accouchement au top mais y'avait quand même une médecin vraiment pas sympa en suite de couche...
in reply to Volu

(alors, le nombre de fois où des gens avec qui on fait vaguement connaissance jugent utile de nous préciser que ça se voit vraiment incroyablement bien qu'on est père et fils, moi et mon môme de presque 11 ans ! Ça se voit pas d'habitude ? Pis il ressemble beaucoup à sa mère aussi, souvent présente aussi… ça m'interroge qu'on nous le signale si souvent)

The Native Americans are "anti-American" because they oppose mining and the destruction of nature

Court stops sacred Oak Flat land transfer to Resolution Copper in emergency order

Trump called the Indigenous opponents of the copper mine “anti-American”

azmirror.com/2025/08/21/court-…

Thessaloniki, Greece: Bomb Attack Against the Chief Prison Guard of Diavata Prison
abolitionmedia.noblogs.org/209…

"A powerful explosion from an explosive device shook the Analipsis area of Thessaloniki in the early hours of Saturday July 26th, causing extensive material damage. The explosion occurred at 2:10…"


Thessaloniki, Greece: Bomb Attack Against the Chief Prison Guard of Diavata Prison


A powerful explosion from an explosive device shook the Analipsis area of Thessaloniki in the early hours of Saturday July 26th, causing extensive material damage. The explosion occurred at 2:10 a.m. at the entrance of an apartment building on 19 Makedononachon Street. The powerful shock wave, which according to residents was heard more than a kilometer away.

The president of the Panhellenic Federation of Prison Officers and chief guard of Diavata Prison lives in the apartment building, a fact that has raised alarm bells among the authorities. The cops are focusing their investigation on the possibility that the bomb attack was linked to his position, that it was directed as venegance against him, with possible ‘terrorist’ or ‘mafia’ motivations. In the past there used to be a police guard at this location, but it had been withdrawn.

Raids were conducted by the armed cops of the anti-terrorst EKAM at Diavata prison in response to the attack, but as of yet no links to who commited the attack have been found outside or inside the prison.

Compiled from Greek scum capitalist media


Thessaloniki, Greece: Bomb attack against the chief prison guard of Diavata Prison


darknights.noblogs.org/post/20…

abolitionmedia.noblogs.org/?p=…

#bombAttack #europe #greece #thessaloniki


How to Get the IMF to Think
counterpunch.org/2025/08/22/ho…

"When will the International Monetary Fund (IMF) learn to think? Over its eighty-one year history, the IMF has published over fifteen thousand reports. Yet, if you download any one of the reports from its website, it is likely that you will know what is being said before you have even read it. The reports are More
The post How to Get the IMF to Think appeared first on CounterPunch.org."

«On bloque tout» : paysans et cheminots se joignent au rendez-vous du 10 septembre
contre-attaque.net/2025/08/22/…

"Le puissant syndicat cheminot Sud Rail et la Confédération Paysanne du Cher appellent à rejoindre la mobilisation du 10 septembre.
L’article «On bloque tout» : paysans et cheminots se joignent au rendez-vous du 10 septembre est apparu en premier sur Contre Attaque."

One data center can use as much water as 12,000 households, often through evaporative cooling systems, raising alarms about groundwater depletion near proposed and existing sites across Minnesota.

A Minnesota Department of Natural Resources order halting irrigation along Little Rock Creek cited “substantial evidence” of groundwater overuse, signaling future conflicts among farms, tech facilities, and other users.

ehn.org/data-centers-rising-wa…

Noisy Pixel just posted:

Final Fantasy XV “Valse di Fantastica” Dual-Cover Performed by Yoko Shimomura and Hiroyuki Nakayama

Square Enix has uploaded a new official dual-cover on their music YouTube channel. Hiroyuki Nakayama and Yoko Shimomura arranged and performed “Valse di Fantastica” from Final Fantasy XV on piano, initially composed by Yoko Shimomura. Additionally, Junichiro”ojjy”Ojima recorded and mixed the performance. This iconic track ...

noisypixel.net/final-fantasy-x…

#gamingNews

"In 2023, Google operations worldwide consumed 6.4 billion gallons of water (24.2 billion liters), with 95%, 6.1 billion gallons (23.1 billion liters), used by data centers. Google reports that in 2024, the company’s data center in Council Bluffs, Iowa, consumed 1 billion gallons of water (3.8 billion liters), the most of any of its data centers."

digitalinformationworld.com/20…

FIAR Light reshared this.

Bolivia Elections Restore Established Order, Socialists are Dismissed
counterpunch.org/2025/08/22/bo…

"Preliminary results of first-round voting for president of Bolivia on August 17 determined that centrist Rodrigo Paz, with 32.1% of the vote, and right-winger Jorge Tuto Quiroga, with 26.9%, will advance to second-round voting on October 19. Not making the cut were conservative billionaire politician Samuel Doria

Macron rêve de guerre, les ouvriers de Renault refusent de fabriquer des armes
contre-attaque.net/2025/08/22/…

"Quiconque s’oppose à l'économie de guerre est déjà qualifié de «traître». Une attitude autoritaire qu'il faudra combattre à l'avenir.
L’article Macron rêve de guerre, les ouvriers de Renault refusent de fabriquer des armes est apparu en premier sur Contre Attaque."

Thessaloniki, Greece: Bomb Attack Against the Chief Prison Guard of Diavata Prison


A powerful explosion from an explosive device shook the Analipsis area of Thessaloniki in the early hours of Saturday July 26th, causing extensive material damage. The explosion occurred at 2:10 a.m. at the entrance of an apartment building on 19 Makedononachon Street. The powerful shock wave, which according to residents was heard more than a kilometer away.

The president of the Panhellenic Federation of Prison Officers and chief guard of Diavata Prison lives in the apartment building, a fact that has raised alarm bells among the authorities. The cops are focusing their investigation on the possibility that the bomb attack was linked to his position, that it was directed as venegance against him, with possible ‘terrorist’ or ‘mafia’ motivations. In the past there used to be a police guard at this location, but it had been withdrawn.

Raids were conducted by the armed cops of the anti-terrorst EKAM at Diavata prison in response to the attack, but as of yet no links to who commited the attack have been found outside or inside the prison.

Compiled from Greek scum capitalist media


Thessaloniki, Greece: Bomb attack against the chief prison guard of Diavata Prison


darknights.noblogs.org/post/20…

abolitionmedia.noblogs.org/?p=…

#bombAttack #europe #greece #thessaloniki

This entry was edited (2 weeks ago)

Communities resisting data centers

"The Tucson Mayor and Council unanimously passed an ordinance that establishes regulations for large quantity water users at a meeting on Tuesday. The vote is a follow-up to the council’s decision two weeks ago to cancel the planned data center known as “Project Blue” Mayor Regina Romero said that the city needs to act immediately to protect its resources from any future data center or any other “water gobbling” industry."

news.azpm.org/p/news-articles/…